Haftalık oyun önerilerinin yirmi birincisi ile birlikteyiz. Bu hafta oldukça basit, hatta mobil oyunu diyebileceğimiz iki farklı oyun önereceğim. Diğer oyun önerilerimize de buradan bakabilirsiniz.
Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
Oyun Önerisi: Race The Sun
2000’li yılların başlarında CD’li oyun bulup yüklemek benim için zordu. Çok nadir oyun bulabilirdim ve bilgisayarım da kaldırmadığı için genelde çoğu oyunu oynayamazdım. Yine de zar zor başka insanların bilgisayarını kullanarak ya da bilgisayarımın kaldırdığı oyunları bularak oyun oynamaya çalışırdım. Sanırım çoğunuz Kral Oyun’u biliyorsunuzdur. Kral Oyun sayesinde, en azından 2006 yılında bilgisayarımı alana kadar tarayıcı oyunu olsa da çok daha fazla oyunu keşfetme imkânım oldu. Aslında oyun keşfetmek de denemez. Tür keşfetmek diyebiliriz. Dürüst olmak gerekirse hala arada sırada girip oynadığım iki tane Kral Oyun oyunu var. Bugün önereceğim oyunlar da zaten Kral Oyun’da oynadığım oyuna oldukça benzerler. Belki aranızda oyunu oynayan vardır, ismini de paylaşayım diyecektim, ancak oyunu sanırım silmişler bulamadım. O yüzden bugün önereceğim iki oyun daha değerli oldu artık benim için. Bir üçgen ile sonsuzluğa doğru ilerlediğiniz çevrenin sürekli değiştiği ve karelere çarpmamaya çalıştığınız bir oyun, eğer hatırlayan varsa belki ismini yazarak yardımcı olur. Kısaca yarış oyunu olan, ancak rakibe karşı değil de kendinize karşı yarıştığınız bir oyun.
Bugün önereceğim iki oyun da bu tarzda, kendinizle yarışıp rekorlarınızı geçmeye çalıştığınız oyunlar. Oyunlardan ilki Flippfly LLC’nin geliştirdiği ve 2013 yılında yayınladığı Race the Sun. Güneş enerjisi ile çalışan bir uzay gemisini kontrol ediyorsunuz ve güneşte giderek ulaşabileceğiniz en uzak yere ulaşmaya çalışıyorsunuz. Oyun sonsuza kadar gidiyor yani.
Oyundan grafik anlamında veya ses anlamında pek bir şey beklemeyin. Dediğim gibi güneş enerjisi ile çalışan bir uzay gemisini kontrol ediyorsunuz ve güneşte kaldığınız sürece geminiz hareket edebiliyor. Önünüzdeki tek engel elbette gölgeler değil, bunun dışında sağda solda çarpabileceğiniz yapılar da mevcut. Geminiz gölgeye girdiği zaman size bir süreliğine daha gitme şansı veriyor oyun, ancak çok da uzun değil. Bu yüzden hemen en yakındaki güneş enerjisine gitmeniz gerek. Oyun aslında tamamen odaklanma oyunu olduğu için yer yer dikkatinizi dağıtmak için farklı bölümlere sokuyor sizi ya da gece gündüz döngüsünden dolayı renk paleti değişiyor. Yine de çok zor bir oyun değil.
Dediğim gibi oyunun size sunduğu tek şey yön tuşları ile kontrol edebildiğiniz geminizle gidebildiğiniz kadar gidebilmek. Kendiniz ile daha doğrusu süre ile rekabet etme duygusu oldukça fazla. Eğer hırslı biriyseniz bu oyun sizi de oldukça kendine bağlayacaktır. Türünün önemli olmadığı tamamen sizin beğendiğiniz tarzda bir müzik listesi açıp kendiniz ile rekabet edebilirsiniz. Kısa süreli kafa dağıtma için de baya hırslı bir şekilde amacınız olarak da girebilirsiniz. Oyun sonsuza kadar gittiği için oynanış süresi de sizin keyfiniz diyebilirim. Bir şeyleri düşünmek plan yapmak için de aslında oldukça keyifli bir oyun
Race the Sun şu anda mobilde, PC’de ve PlayStation Vita’da bulunuyor. Steam fiyatı 18,00 TL ancak 5 TL’nin altına da düştüğü oluyor. 5 TL’den fazlasını hak ettiğini söyleyemem. Hatta mobilde satın almanız da çok daha iyi olur. Molalarınızda oynayabilirsiniz.
The Alto Collection
SkiFree isimli bir oyun vardı, yaşı biraz büyük olanlar hatırlar. O oyunun etkisi mi bilmiyorum ama nedense kayak içeren oyunları ekstra seviyorum. Tam o rampanın ucuna geldiğinde zıplamak, zıpladıktan sonra havada dönmek ve düşüşteki pürüzsüzlük inanılmaz keyif veriyor. Bazılarınıza saçma geldiğini biliyorum ama inanıyorum ki oralarda bir yerlerde benim gibi düşünenler var. SkiFree’nin iz bırakmasının sebebi büyük ihtimalle oyunun daha hemen başında gelen canavar. Çok uzun bir süre o canavarı nasıl geçeceğimi bulamadım. O kadar çok uğraştım ki büyük ihtimalle bu yüzden bu tarz oyunları seviyorum. Bu tarz sporların bulunduğu büyük yapımları çok göremeyiz tahmin edebileceğiniz gibi. Bu yüzden Ubisoft’un çıkarttığı Steep benim için özel bir oyundur. Ancak bu yazının konusu Steep değil. Yine daha düşük bütçeli olan ve yine kendinizle yarıştığınız bir oyun: The Alto Collection.
Yayıncılığını Snowman’in yaptığı, geliştiriciliğini ise Team Alto’nun yaptığı The Alto Collection isminden de fark edilebileceği gibi aslında bir paket. İki hafta önce yani 13 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanan The Alto Colleciton iki oyundan oluşuyor. Ancak bu durum sizi yanıltmasın, çünkü beni yanılttı. Birbirinin aynısı olan iki oyun var. Sadece manzaraları farklı. İçine birkaç tane de farklı özellik koymuşlar. Oyunlardan birinin adı Alto's Adventure, diğeri ise Alto's Odyssey.
Oyunlardan biri snowboard oyunu diğeri ise sandboard oyunu. Bu aslında süren kişi için çok fark eden bir durum, ancak sadece tuşlara basan birisi için pek de fark etmiyor. Ancak bizler için yani oyunu oynayanlar için de görsellik değişiyor. Oyunun görselliğinden başlayayım. Oldukça sadece ve iç açıcı bir görselliği var oyunun. Baktıkça huzur veren tarzda bir görsellik. Hatta oyunun müziklerini de bu yönde yapmışlar. Sadece görsellik ve müzik ile rahatlayabiliyorsunuz. Oyunun giriş kısmında da oynanış pek zor değil, bu yüzden siz de kısa süreliğine huzuru bulabiliyorsunuz. Oyunun ilerleyen süreçlerinde zaten zorlanmaya başladığınız için müzik ve görselliği fark etmiyorsunuz bile.
Oyun, oldukça basit. Kayak sporu yapıyorsunuz ve önünüze gelen engellerden zıplayarak kaçıyorsunuz veya daha hızlı gitmek ve daha fazla puan almak için zıpladığınızda dönüyorsunuz. Oyun sonsuza kadar devam ediyor, yani kendinizle yarışıyorsunuz. Race the Sun’dan farklı olarak bu oyunda ilerleme kaydedebilmek için, oyunun başında size verilen bazı görevleri yerine getirmeniz gerekiyor. 3 taşın üstünden zıpla, balonla zıpla, 3 kere dön gibi. Bunları yaptıkça oyun sizi bir sonraki aşamaya geçiriyor. Size verilen görevi her yerine getirdiğinizde oyun kesilmeden devam ediyor ve o sırada yeni göreviniz veriliyor. Yine aynı bu oyunda da Race the Sun’da olduğu gibi çok hırslı bir şekilde girip stres atabilirsiniz ki, bazen duruma göre strese girebiliyorsunuz. Ya da isterseniz oyunun müziklerini dinleyerek veya o tarzda sakin müzikler açarak sadece rahatladığınız ve bir şeylere kafa yorduğunuz bir oyun gibi düşünebilirsiniz. Oyunun başta ağır temposuna alışmak zor, ancak hemen alışırsınız.
The Alto Collection şu anda PlayStation 4, Xbox One ve PC’de (Epic Games’e özel olarak) bulunuyor. İlerleyen süreçte Nintendo Switch için de yayınlanacak. Fiyatı gereği elbette Epic Games’ten almanız daha mantıklı. Epic Games’te şu anda 17,00 TL. Oyun çıktığı hafta zaten Epic Gamöes’te ücretsiz verilmişti. Bu yüzden para vererek almanız biraz üzücü olabilir. Zaten oyun bir yerlerde ücretsiz verilebilecek bir oyun gibi. Bu yüzden belki de yakında PlayStation Plus’a veya Xbox Live Gold’a gelebilir. Yine de ben onu bekleyemem rahatlayacağım bir oyun istiyorum derseniz fiyatının 5,00 TL’ye düşmesini bekleyebilirsiniz. Daha fazlasını hak ettiğini söyleyemeyeceğim ne yazık ki.
Dediğim gibi her iki oyun da aslında küçük oyunlar. Sadece arada girmelik, kafa dağıtmalık oyunlar arıyorsanız şu an için iki iyi tercih olduğunu söyleyebilirim. Neden bu kadar hırs yaptım bilmiyorum ama Steam’de Race the Sun için 16 saatim var.