Kocaman bir çölün ortasında gizemli bir şekilde merhaba diyoruz Journey dünyasına. Buraya neden geldik, nereye gidiyoruz soruları kafamızda dolaşırken ufukta gözüken kocaman bir dağ dikkatimizi çekiyor. İşte bu andan itibaren büyük... büyük olduğu kadar naif maceramızda bir hedefe kavuşuyoruz. O dağın zirvesine ulaşabilmek!
Bu sonsuzluk denizinde kontrol ettiğimiz karakterimiz en az oyunun kendisi kadar gizemli bir görünüm sergiliyor. Kırmızı kaftanımız ve dokunsanız parçalara ayrılacakmış gibi olan duruşumuz oyunun naifliğini birkez daha gözler önüne sermiş. Oyun size sadece tek bir amaç verdiği gibi çok fazla kafa yormanızı istememiş. Bu nedenle hikaye adına eksik parçaları kendi hayal gücünüzle birleştirmek mümkün. Zaten oyunun olayı hikayenin ne olduğu ya da nereye varacağı değil, tamamen giriştiğiniz bu macera ve yolculuğunuz üzerine odaklanmış durumda.
Yalnızlık ve terk edilmişlik duygusunun tüm vücudunuzu sardığı Journey, oyun alanı olarak boş, harabelerle dolu bir dünyaya kapılarını açıyor. Ama bu boşluk o kadar güzel detaylarla resmedilmiş ki oyunun her anından etkileniyor ve kendinizi bu boşluğa bırakmaktan geri kalmıyorsunuz. Kızgın kumlar ve ucu bucağı gözükmeyen oyun alanında başka bir oyuncuyla karşılaşınca çölde vaha bulmuşçasına koşturuveriyorsunuz.
Oyunun bu genel hatları iki kişilik çoklu oyuncu moduna da yansımış durumda. Maceranızın herhangi bir anında karşılaşacağınız bir başka oyuncu, anında en büyük can yoldaşınıza dönüşüyor. Üstelik siz oyun boyunca aynı kişiyle ilerlediğinizi zannederken oyun sonunda maceranıza kaç kişinin eşlik ettiğini görünce şaşırıyor ve aynı zamanda içinizi büyük bir huzu kaplıyor. Çünkü farklı oyuncularla karşılaşmanız, isimlerini bilmeseniz ya da onlarla sadece tek bir tuşla anlaşmaya çalışsanız da bu yolculuğa aynı aşk ve şevkle ortak olmaları bir anda büyülüyor sizi de.
Yolculuğunuzun genel hatları oynanışa da büyük ölçüde etki ediyor. Maceranızın büyük çoğunluğunda kumlar üzerişnde ya da havada süzülüyor ve bölüm sonundaki ışığa ulaşmaya çalışıyorsunuz. Tabi bunun için oyun alanında yapmanız gereken birkaç detay mevcut. Boş boş dolaşırken kumaş parçalarını serbest bırakıyor ve onların sizi amacınıza ulaştıracak yegane öğe olduğunu kavrıyorsunuz. Tabi havada süzülmeniz sınırsız değil. Sırtınızdan ahenkle uçuşan eşarbınızın uzunluğu ve şarz süresi havada ne kadar süzüleceğinizi belirliyor. Eşarbınızı şarz etmek için can yoldaşınızla ya da oyun alanına dağılan kumaş parçaları ile etkileşime girmelisiniz.
Jorney her anlamda sizi büyülü bir yolculuğa davet ediyor. Bu denli boş ama boş olduğu kadarda etkileyici ve huzur veren bir dünya zor bulunur. keza kumlar üzerinde süzülmek, havada uçuşan kumaş parçaları, kumların parıltısı, irili ufaklı harabeler ve oyunun her anında karşılaştığınız ışık oyunları ruhunuzu dinlendiriyor sizi bu büyülü dünyaya çok daha çabuk adapte ediyor. Oyunun bu sade ve kuvvetli görsel yönü kulağınıza çalınan parçalar ile büyük bir uyum içerisinde resmedilmiş. Ufak tınılar ile başladığınız maceranız orkestral müzikler eşliğinde devam ederken sizde kendinizi bu yolculuğa çoktan kaptırmış oluyorsunuz.
Sonuç olarak Jorney her oyuncunun muhakkak deneyim etmesi gereken bir yolculuğa dönüşüveriyor. Sadece oyuna adını veren bu yolculuğa yelken açacağınız, belkide kendi içsel yolculuğunuza çıkacağınız ve oyunların anlamını bir kez daha sorgulayacağınız yapım bir solukta bitiveriyor. Oyun sonunda çalan parçaya ruhunuzla eşlik ederken maceranızın daha fazla sürmesini diliyorsunuz ama nafile... Oyun bittiğinde ağzınızda tadı kulağınızda ise müzikleri kalıyor.