Gerçekleşeceğinden emin, sadece zamanından bihaberdik. Tarihin anlattıklarını unutarak, tekerrürün olmayacağını varsayarak aklımızın ucunda hep bir kurgu olarak kalmış insanoğlunun aslında ne denli vahşi olduğu. Sanki gözleri dönerek dünya savaşları başlatan, sanki nükleer ve kimyasal silahları gözlerini kırpmadan birbiri üstünde kullanan bizler değilmişcesine gözümüzü kapattık tüm geçmişe. Çünkü unutkanız, çünkü umursamaz....çünkü ölen öldüğüyle kalır. Ve belki de sabırla, İlahi adaletin tecelli edeceği günü bekledik. Ama buna hiç gerek kalmadı... Bir türlü son vermediğimiz savaşlar, nihayetinde biz insanoğlunu sonlandırdı. Ağır, ama işlediğimiz günahlar için hakedilmemiş bir bedel değil, ne dersiniz?
Hem soğuk savaşın ateşini hissetmiş bir insan, hem de sovyetlerin çöküşüne bizzat şahit olmuş bir vatandaş olarak Rus yazar Dmitri Glukovsky, olması neredeyse kesin bir 3. Dünya Savaşından yola çıkarak kurguladığı romanında savaşı kinayeli olarak nükleer silahların ateşlendiği günde bitirir. 2. Dünya Savaşında olduğu gibi. Bitirir diyorum çünkü artık ortada savaşacak bir şey kalmamıştır. Daha doğrusu savaşın en büyük unsuru, insan ırkı yeryüzünden neredeyse silinmiştir. Metro 2033’de tasvir edilen kıyamet gününde Moskova halkına Rusya’nın ayrıca sığınak olarak da tasarlanmış dillere destan büyüklükte ve güzellikteki Metro istasyonları kucak açar. Nükleer felaketten kurtulan çok az sayıda insan adeta yeryüzünden sürülmüş; radyasyon, mutantlar ve yaratıkların tehlikesinden uzakta ancak farelerin kabul edebileceği bir esaretle hayatlarını bu metro tünellerinde idame etmek zorunda kalmıştır.
Ana karakterimiz Artyom ile çıktığımız ilk yolcuğumuz; Dark Ones, kitabın Türkçe çevirisindeki adıyla Kara derililer isimli menşei belirsiz varlıkların, insanlığın son kalesi Metro’yu tehdidini işliyordu. nihayetinde metronun diplerine gizlenmiş di-six isimli askeri üssü keşfetmemiz ve buradaki silahları kullanarak Kara derilileri can evlerinden vurmamızla sonlanıyordu. Doğrusu, oyunun 2 farklı sonundan kötü olanı böyle bitiyordu.
Metro: Last Light, Metro 2033’ün kötü sonunu baz alıyor ve kara derililere karşı gerçekleştirdiğimiz bu kökten çözüm saldırıdan 1 sene sonrasında geçiyor. Hikayemiz temellerini devam kitabı Metro 2034’den almıyor ancak senaryonun vücut bulmasında Dmitri Glukosvky’nin büyük katkısı var.
Öğrendiğimiz kadarıyla ilk oyundaki güzemli yoldaşımız Khan, saldırıyı gerçekleştirdiğimiz bölgede yaptığı araştırmalar esnasında hayatta kalmış bir kara deriliyle karşılaşır ve görünüşe göre, hayatta kalan bu son kara derili bizimle iletişim kurmaya çabalamaktadır. Metro 2033’ü okuyan ya da oynayanlar bilecektir; Kara derililerin, Artyom ile özel bir bağı var.Bu noktadan sonra ipleri ele alıyor, ve Khan’ın zararsızlar, bize yardımcı olabilirler dediği; ancak komutanımızın mutlak suretle öldürülmesi gerektiğini düşündüğü son kara derilinin peşine düşüyoruz.
İlk oyundakine benzer biçimde, Metro kendine has duruşunu henüz giriş menüsündeki arayüzüyle gösteriyor.
Hikaye anlatımı ve sunumuyla Metro: Last Light ilk oyunu sevenleri fazlasıyla memnun edecek dolgun bir yapıya sahip. Kitap uyarlamaları genellikle beyaz perdede hüsranla sonuçlanır. Ancak Nasrettin Hoca’nın “bana damdan düşmüş birini getirin” demesi gibi Ukraynalı yapımcı A4 Games belki de kendi ülkelerinin başına gelmiş olan Çernobil faciasının etkisiyle de anlatılmak isteneni oyuna, dolayısıyla da oyunculara aktarmayı vurucu bir şekilde başarmış. Tabii Metro’yu bu kadar özel kılan sadece sahip olduğu kıyamet sonrası dünya değil.
Şu tabloyu bir düşünün: yeryüzünde yaptığımız savaşların bir neticesi olarak yer altına sürülmüşüz ama bu sürgün yerinde de birbirimize eziyet etmeye, ideolojilerimizi zorla birbirimize dayatmaya, kalan son kaynakları paylaşmak değil kapışmaya devam ediyor, kan döküyoruz. Bunu her gün yaşamıyor muyuz? Kulağa hiç de kurgu gibi gelmiyor...
Bu noktada görsellik, Metro: Last Light’da büyük anlam kazanan, atmosferin ciğerlerinize dolmasını sağlayan önemli bir unsur. Görsel olarak başarılı olan çok az oyun esasında işlediği konuyu, sahip olduğu özgünlüğü ve temayı sırtlayabilecek inceliğe sahiptir. Metro tünellerine ruh kazandıran yapımcılar, insan dramını sanatsallığa dökme konusunda bir kez daha alkış alacak bir iş başarmış. Sosyal hayatın bir şekilde devam ettiği yerlerde teslimiyet ve çaresizliği; yalnızlığın, anomalilerin ve garip fenomenlerin yaşandığı tünellerde korkuyu ve umutsuzluğu nihayetinde yeryüzüne çıktığınızda hüzün ve öfkeyi dolu dolu yaşayacaksınız. Yeryüzüne çıktığımızda ise bizi çok daha etkileyecek bir tabloyla karşılaşıyor, Ürperiyoruz. Dumanı üstünde buz toprak üstünde yürürken ölü ağaçlar, çöküntü binalar, rüzgarın etkisiyle salınan otlarla tasvir edilen dünyamız, artık yitirilmiş ve mutantların fink attığı bir diyar haline gelmiş. Metro: Last Light’ın sahip olduğu atmosferi kelimelere dökmek gerçekten zor iş.Ancak şu şiir gibi atmosferde gözümüze batan bir detay var. Karakter tasarımları! Bilhassa karakter yüz detayları bu oyuna ait değil de başka bir diyardan gelmiş gibi. Oyunun büyüsüne hiç mi hiç yakışmıyor. Hareket animasyonları Artyom’un silah taşıması, ateşlemesi, sağa sola dönerken silahın ağırlığıyla yönlenmesiyle ilk oyuna göre daha gerçekci ancak iş diğer karakterlerin animasyonlarına geldiğinde, örneğin bayıltma hareketini gerçekleştirirken yerde çömelen bir düşmanın aniden yalı kazığı gibi dikilmesi ve sonra animasyona girmesi yapay durmuş. Karakter animasyonları daha estetik olabilirdi.Atmosferin pekişmesini sağlayan bir diğer unsur da hiç kuşkusuz sesler. Metro 2033 ortam sesi olarak başarılı ancak seslendirmeler konusunda yeterli vuruculuğa sahip değildi. Başta ana karakterimiz Artyom olmak üzere, hikayenin pekişmesini sağlayan her karakter baş rolü oynayacak özenle seslendirmede yer etmiş. Etrafta yer alan konuşmalar, oyunun temasını ve dramını daha çok hissetmenizi sağlayacak tonlamalara sahip. Bir kere hiç kimse laf olsun diye konuşmuyor. Muhabbetler Metro halkının devam eden endişeleriyle dolup taşıyor. Naziler, koministler, haydutlar, mutantlar... Hayatın öyle veya böyle devam ettiği bu diyarda kimi zaman kahkahalar, kimi zaman hıçkırıklar, kimi zaman müziklerle adeta işitsel olarak da doğal bir hareketlilik sunulmuş.
Oluşturulan atmosfer ve hikaye sunumuna karşılık, Metro 2033’ün en çok eleştirilen yanı oyunda yer alan hatalardı. Last Light bu konuda kullanıcılara çok daha istikrarlı bir oyun sunuyor.Tabii burnunuzu pek dip kenarlara sokmazsanız... İyileştirmeye gidilen bir diğer detaysa arayüzde. Sadeleştirilen arayüz silah kişiselleştirme ve alışveriş aşamasında hakimiyeti kolay bir kullanım sunmuş. Ne alıp ne verdiğinizi artık daha rahat anlıyorsunuz. Alışverişte yine para yerine geçen özel mermileri kullanıyoruz.Oynanabilirlik kademesinde geliştirilen bir diğer detaysa vuruş hissi olmuş. İlk oyunda sıfır derecesinde bir soğuklukla servis edilen vuruş hissi artık daha oturaklı, tetiği çektiğinizden ve merminin adrese teslim olduğundan emin oluyorsunuz.Oynanış derinliğini, hikaye anlatısını ve oyuncunun atmosferle bütünleşmesini sağlaması açısından oyuna eklenmiş, ilk bakışta basit görünen ancak standart haline dönüşebilecek önemli detaylar mevcut. 2033’de olduğu gibi görev arayüzü olarak yine not defteri kullanılmış. Karanlığı aydınlatmamızda baş rolü oynayan fenerimiz, dinamomuz ve çakmağımız da ekipmanlarımız arasında. Karşılaştığımız bazı yeni düşman türlerinde mermiden çok ışığı kullanıyor olmamız, kaçarken engel olmaması için mutant örümcek ağlarını mermiyle yakmamız, oyunun saf shooter elementlerinden sıyrılması noktasında önemli bir yer tutuyor. Acaip biçimde hoşlandığım bir detay daha var: gaz maskemizin camını silmek. Yeryüzünde gezindiğimiz veya nefes almanın imkansız bir noktaya geldiği Metro’nun bazı noktalarında kullandığımız gaz maskesi etraftaki oluşumlardan veya yaşadığımız mücadelelerden dolayı kirleniyor. maskemimizin camına sıçrayan kirleri, suyu veya kanı silmek, görünüşte ufak ama hissiyat olarak büyük bir etkiye sahip. Bunu hele ki çatışma anında yapmak bir başka keyif. Tekrar Metro tünellerimize döndüğümüzde, avuçta kalan son kaynakları ele geçirmek isteyen, kanunun olmadığı yerde kendi kanunlarını yazan ve kendi ideolojilerini başkalarına dayatarak eziyetin dik alasını yapan düşmanlar buluyoruz karşımızda. Tekdir ile uslanmamışlar, kötek bekliyorlar. Metro’yu bekleyen büyük tehlikeye engel olmak için çıktığımız yolculukta bazen kafatası ölçümü yapan faşistlerle karşılaşıyoruz, bazen çaresiz bir kadına tecavüz etmeye çalışan ve mutantlardan daha iğrenç bir varlığa dönüşmüş haydutlara hadlerini bildiriyoruz. Last Light’da tansiyon kimi zaman düşse dahi, tekdüzeliğe vurmadan ve sürekli keşfedecek yeni yerler sunarak merakımızı dengede tutuyor. İlerleyiş, Metro 2033’de olduğu gibi 2 başlık altında toplanıyor: gizlilik ve aksiyon. Ancak başlıklardan birisi maalesef son dönemin en kötüsü olmakta inat etmiş. Gizlilik ve beraberinde açığa çıkan yapay zeka sorunu. Metro 2033’ü deneyim edenler bilir ki normal mod dahi zorlayıcılık konusunda iyi iş çıkarır. Tabii bunda sorunlu yapay zekanın payı büyüktü. Last Light’daki yapay zeka maalesef, hele ki oyunu normal modda oynuyorsanız teslim olmaya dünden razı. Aslında mantık şu, şayet gölgedeyseniz, saatinizde açıkta olduğunuzu vurgulayan mavi ışık yanmıyorsa görünmez adam sayılırsınız. Tıpkı böyle... Düşmanlarınızın hareketi, attığı devriyenin yönü sizi herhangi bir strateji izlemeye itmiyor, zorlamıyor, gel beni al dercesine üstüne çekiyor. Bu yüzden ne gizlilik öğelerinin tadını çıkarabiliyor ne de bu metod üzerine kurulu silahlarınızı kullanırken keyif alıyorsunuz. Hard mod dahi deneyimli oyuncuları tatmin etmekten uzakta. Üstüne bir de en zor seviye modu parayla satılınca, malum yapay zeka aksiyon kısmında da afallayınca oyun büyük bir darbe yiyor insanlarla giriştiğimiz mücadelelerde. Yaratıklarsa doğaları gereği sadece saldırıyorlar. En azından bu konuda daha hevesliler. İlk oyunda pek de rastlamadığımız boss savaşlarıysa klasik anlayışa sahip.
Metro: Last Light’ın her bir köşesi detaylarla nakış nakış işlenmiş. Karanlığın hüküm sürdüğü bu diyarda doğal ve yapay ışıklandırmanın canlılığı öne çıkan detaylardan ilki oluyor. Çatışmalar esnasında mermilerin izi ve çarptıkları yerlerde oluşturduğu kıvılcımlar başarılı ışık oyunlarının bir parçası. Su sızıntılarının yaşandığı bölümlerdeki ıslaklık hissi, hayalet gibi dolaşan sisler, çakmağımızda yanan ateşin vücut hareketlerimize göre hareketlenmesi ve duvarlardan tutun da paslı bir varilin iç görüntüsünü oluşturan kaliteli kaplamalar atmosferin yücelmesinde örnek gösterilebilecek pek çok detay arasında. Yapımcı A4’ün kendine has grafik motoru, Last Light ile yenilenerek çevre etkileşiminde de söz sahibi olacak konuma gelmiş. Bir önceki oyuna göre etrafla etkileşimin önemli ölçüde arttığını belirtmek lazım. Bu etkileşim çatışma anlarında belli alanları kapsıyor. Masa üstünde duran bir nesne konu dışı ama tahta yapılar parçalanırken, betona verdiğimiz hasar hoş duruyor. Etrafta asılı duran zincir, et parçası,koridorun ortasında sarkmış kumaşın hareketlerimize verdiği tepkiler veya ayağımıza çarpan şişelerin yuvarlanması gibi detaylarsa sadece mermilerin dokunabildiği bir oyun alanında olmadığımızı haber ediyor. Cesetler ve helaların yanında ekranımıza konan sinekler de güzel bir detay oluyor.
Bittabi görsel hatalar da zaman zaman kapımızı çalıyor ancak oyunun muazzam atmosferi karşısında eriyip gidiyor. Metro Last Light grafik ve sunumun ayyuka çıktığı, görülmesi gereken dünyasıyla harika bir görselliğe sahip.
Metro: Last Light korku oyunu olmaya çalışmıyor. Ama Metro, ortamın ahengini yaratık sesleriyle öyle bir bütünleştiriyor ki, ortaya bu manzara çıkıyor. Ulumalar, böğürmeler, çimlerin arasında yürürken çıkan hışırtılar, yeryüzünde dolaşırken nefes alışverişleriniz, Metro tünellerindeki yankılar içinizde korku ve heyecanı tetikleyen detaylar arasında yer etmiş. Müzikler sekmesine gelindiğinde ilk oyundaki gitar solosunun gövdesini oluşturduğu, hüzün, aksiyon ve gizlilik anlarına göre dallanıp budaklanan melodiler işitiyoruz. Seslerde tatmin edici olmayan kısımsa konuşmalarda, etrafla etkileşimi yankılanmaması örnek gösterebiliriz. Mesela karakterler tartışırken, birinin ellerini hiddetle masaya vurması seslerde duyulmuyor. E buda seslerin vuruculuğundan alıp götürüyor.
Sizi oyunun içine sokan bir başka detay daha. Dışarda gezinirken suya düştüğünğz, kapıştığınız düşmanların sizi alıp şöyle bir etraflıca dolaştırdıktan sonra fırlattığı anlarda oluşan sinematik sahneler, script olmadığı yani bunları gerçek zamanlı olarak yaşayabildiğiniz için oyundaki heyecan dozajını önemli ölçüde arttırıyor.
Yaptığınız seçimlere göre 2 farklı son içeren Metro: Last Light, hem bu farklı sonları hem de defalarca şahit olsanız dahi doyamayacağınız atmosferi ve hikaye sunumuyla tekrar ziyaret etmek konusunda tereddüte düşmeyeceğiniz bir oyun. Bu kurgusal dünyayı hissetmeniz açısından yapılan eklemeler de gerçekten yenilikçi bir fikre sahip. Keşke yapay zeka konusunda daha zorlayıcı, gizlilik öğelerini anlamlı kılan bir yapım da olabilseymiş. Ancak bu hata oyun içinde göz ardı edilmeyecek derece göze batıyor.
Metro: Last Light yapay zeka konusunda önemli hatalarına rağmen eşsiz atmosferi ve hikayesiyle mutlak suretle denenmesi gerekn bir yapım.